26 Ocak 2018 Cuma

STEALTH


Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu oyunu Commodre 64 üzerinden hiç oynamadım. Sadece Atari 800XL sürümünü oynamışlığım var ve o platformdaki ismi Landscape olarak geçiyordu. Şüphesiz aynı oyun ama isimleri farklı olunca Commodore'da da aynı oyunun olduğundan yıllarca haberim olmadı. 1988 yılında bir hafta sonu ailecek İzmit'ten İstanbul'a dedemizi ziyarete gittiğimizde, dedemin kardeşime ve bana ilk sorusu, nereye gitmek istediğimizdi. Biz de oyun kaseti çeken yerlere gitmek istedik. Göztepe'den yürüyerek Bağdat Caddesi'ne indik ve şimdi yerini hatırlamadığım ama yol üzerinde tesadüfen gördüğümüz bir bilgisayar mağazasına girdik. Oradan aldığımız üç kasetten bir tanesi Landscape namı diğer Stealth'di. Oyunun nasıl bir oyun olduğunu öğrenmek için İzmit'teki evimize dönüşümüzü beklemek zorundaydık ve o gün vakit hiç geçmedi. Ertesi gün eve vardığımızda, televizyon dolabının altındaki kilitli dolaptan Atari'mizi çıkartıp hemen kurduk ve sıradan oyunları yüklemeye başladık. Landscape yüklendiğinde adeta hayal dünyamızda bir çağ atlaması gerçekleşti. Grafikleri şimdiye kadar gördüklerimiz arasında en etkileyici olanlardan birisi olmasının yanında, müziği de duyduklarımız arasında en karmaşık ve büyüleyici şekilde yazılmış olandı.


Pekala, biraz oyundan bahsedelim. Zemine çok yakın mesafede uçan bir savaş uçağının pilotu olarak görev yapıyoruz ve dağların arasında inşa edilmiş siyah bir kuleye ulaşarak yok etme görevi icra ediyoruz. Yol boyunca karşımıza çıkacak olan düşmanlara ait zırhlı araçlar ve yakıtımız azaldıkça temin edebileceğimiz istasyonlar, oyunun açılış ekranında tanıtılıyor. Hepsi tek tek detaylı bir şekilde gösterilmiş olan düşman zırhlıları ve enerji kaynaklarını iyice öğrendikten sonra göreve başlıyoruz. Atari 800XL ve Commodore 64 sürümleri arasında bazı değişiklikler olduğu hemen gözümüze çarpıyor. Mesela C64'de karşımıza çıkan volkanlar, Atari sürümünde yoklar. Bunun yanında Atari sürümün başındaki şık tanıtım ekranı da C64 sürümünde mevcut değil. Perspektif bir ekranda dizilmiş renkli topların olduğu o ekran, çocukluğum boyunca hayallerimi süsledi. O zamanlar bu yazıyı yazdığım 2018 yılındaki gibi üstün görsellik sunan grafik teknolojisi yoktu. Çok daha basit görüntülerle işin hayal etme kısmı oyuncuya bırakılıyordu. Stealth'deki karlı dağlara bakıp ne hayaller kurmuşluğum vardır. Oysa o dağlar şimdi Windows'un Paint programında beş dakikada çizilebilecek basit grafiklerdi. Yine de bir çocuğu hayal etmeye yönlendirme kapasitesi en üst seviyedeydi.


Siyah kule ise ayrı bir hayal konusuydu. Simsiyah bir çizgiden oluşan o kule için neler düşünmemiştik ki. Çok ürkütücü hayaller kurduğumu ve oraya ulaşmaktan zaman zaman çekindiğimi bile hatırlıyorum. Düşünsenize, dağların arasında inşa edilmiş ve dağlarla kıyaslandığında inanılmaz yükseklikte olan bir kule ve ne amaçla inşa edildiği de belli değil. Üzerinde tek bir pencere bile yok. Böylesine ürkütücü bir binayı gerçek hayatta görmek istemezdim açıkçası. Hele ki onu yok etme görevi bana verildiyse ve yapı ile ilgili elimde hiç bir doküman yoksa şüpheye düşerdim. "Neden kimse oraya yaklaşmıyor da ben tek başıma yok etmek üzere yollara düşüyorum?" diye kendi kendime sorardım. Ayrıca bu kule nasıl bir öneme sahip ki, kilometreler boyunca inanılmaz bir savunma hattı ile korunuyor yahu? Fazla düşününce direk RESET tuşuna basası geliyor insanın. O yüzden merak ettiyseniz benim gibi karmaşık düşünmeden basitçe oyunu oynamanızı tavsiye ederim. Tabi şüphesiz hayal gücünüzü ön plana çıkarmadığınız sürece endişe edilecek de bir durum yok. Günümüzde ise oyunları tasarlayanlar işin hayal etme kısmını da bizim için fazlasıyla yapıyorlar ve basitçe görselliğin tadını çıkartmaya bakıyoruz. 


Oyunun müziğine gelince, onunla da ilgili bir anım var şüphesiz. Olmasa şaşardım zaten. İlk duyduğum 1988 yılından 2010 yılına kadar tam yirmi iki yıl bu oyunun müziğinin ne olduğunu merak ettim. Acaba sadece bu oyun için yazılmış ve üzerinde çok düşünülmüş keyifli bir melodi miydi yoksa başka bir eser referans alınarak mı yazılmıştı? Bir gün sosyal paylaşım platformlarından birisinde, opera sanatçısı olan bir arkadaşım, bir klasik müzik videosu paylaştı. Fakat o da ne? Landscape yani Stealth'in müziği çalıyor? Heyecanla ekrana bakıp ne olduğunu gördüm. Bunca yıl merak ettiğim beste, Bach'ın Harpsichord Concerto adlı eseriymiş. Ne akla hizmetse hemen Atari emulatöründen Landscape'in videosunu çektim ve "Bach - Harpsichord Concerto for Atari 800XL game LANDSCAPE" ismiyle yayınladım. Sanki benden başka bir tane deli daha çıkıp merak edecekti bu 1984 yılı ürünü oyunun müziğinin kime ait olduğunu. Sonra videonun altına bir yorum yazıldı. 

"OMG all of my life searching for this song, allways with the feeling that it was Bach, but never found it, now I finally know, thank you very much, I can die in peace now. BTW I loved this game, but much more because this song, that gave it some kind of mistery, can't explain."

Böylelikle bu dünyada yalnız bir deli olmadığımı öğrenmiş oldum. Adam "Artık huzur içinde ölebilirim" yazmış yahu. Bu nasıl bir tutkudur? Bu aklını yemişlik mi yoksa dünyada nadir kalmış güzelliklerden birisi midir? Ben gücün akıllara zarar tarafında olduğum için ikinci seçeneğin gerçek olduğuna inanmak istiyorum.
Dediğim gibi bu oyunu sadece Atari'de oynadım ve sıkı durun asıl bomba şu ki, bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde C64'de bu oyunun olduğunu bilmiyordum. Atari'de de Stealth ismiyle bir sürümü olduğunu bildiğim için basitçe arama motoruna Stealth Commodore 64 yazdım ve "Vay anasını sayın seyirciler, gerçekten de varmış," sonucu ile karşılaştım. Bu blog bir C64 blogu ama ben kalbimdeki düşünceyi paylaşmaktan geri durmayacağım ve Atari sürümünün daha etkileyici ve ürkütücü olduğunu itiraf edeceğim. Artık siz deyin çocukluğumla bütünleşmiş olanı Atari sürümü olduğu için, ben diyeyim Atari sürümü gerçekten daha iyi olduğu için. Öyle ya da böyle, o karanlık siyah kuleye tek başına saldırıp aşağıya indirmek için elini taşın altına koymak pek bir yaman hareket. İşin bir ilginç yanı da, tüm engelleri aşıp kuleye ulaşarak yıkmayı başarsak bile inşa edilme amacını ve içerisinde ne barındırdığını asla öğrenemiyoruz. Şimdi haydi bakalım, hayal gücümüzü devreye sokalım. Asıl eğlenceli olan da bu değil mi zaten?

25 Eylül 2017 Pazartesi

WARHAWK


Tanıtım için koyduğum resimler oyun hakkında ne kadar fikir verir bilemiyorum ama bu oyun 1988 yılından beri en çok oynadığım oyunlar arasında. Geçen bunca yıldan sonra hala son bölümü görememiş olmam da ayrı bir konu ancak gerçekten de son bölümleri aşılamaz görünüyor. Bir çok oyun zaman içerisinde daha kolay oynanabilir hale gelirken Warhawk zorluğundan taviz vermedi. Temel olarak baktığımızda bir uzay savaş uçağının pilotluğunu yapıyoruz ve uzayda asılı duran yüksek teknoloji ürünü dev savaş platformları üzerindeki hedefleri yok etme görevi icra ediyoruz. Platform üzerindeki üsleri bombalarken, yerdeki lazer topları da bu üsleri korumak için yoğun bir çaba içerisine giriyorlar. Aynı zamanda yine bu uzay platformu üzerinden kalktığını tahmin ettiğimiz savaş uçaklarının da tacizine maruz kalıyoruz. Oyun yüksek refleks kapasitesi gerektiren bir özelliğe sahip. Quickshot gibi hassas joysticklerle görevleri daha iyi icra etme şansımız var ancak fazla heyecanlandığımızda o pahalı Quickshotlara zarar vermemiz de mümkün. Benim lahsen hiç joystick kırmışlığım yok ama arkadaşlarımdan adeta kolu dağıtıp savaş gemisini onlarca defa platformun üzerine çakanlar çoğunlukta. 


Bombalamayı tamamladığımız her platformun sonunda "Bölüm sonu canavarı" olarak tanımladığımız yüksek kapasite silah gücüne sahip koruyucularla karşılaşıyoruz. Bu makineler ateş etme özelliğinin yanı sıra doğrudan intihar dalışlarıyla da kullandığımız savaş uçağına zarar verme eğilimi gösteriyorlar. Bu noktada avantajlı olduğumuz bir durum var. Kullandığımız savaş uçağı aldığı ilk darbede dağılıp yere çakılmıyor. Sağ alt köşede bulunan grafikle dayanıklılık sınırı gösterilen bir kalkanımız mevcut. Aldığımız her darbede bu kalkan giderek azalıyor ve sonunda da uçak kontrolden çıkıp çakılıyor. Bir önemli detay ise, düşman saldırıları arasında bize ekstra güç getirecek silahlar taşıyan yardımcıların varlığı. Onları diğer uçaklardan ayırmak çok zor çünkü olaylar fazlasıyla hızlı gelişiyor. Çoğunlukla o yardım getiren objeyi de vurup infilak ettiriyoruz ama denk getirdiğinizde bu obje ile bütünleşirseniz silah gücünüz iki katına çıkıyor. Bir mayına benzediği için ilk etapta hep uzak durduğumuz bu objelerle ilk temasta aslında düşman olmadığını anlıyoruz. 


Warhawk, grafik özellikleri ile dikkat çektiği kadar müziğiyle de göz dolduruyor. Rob Hubbard tarafından yazılan beste, 8bit makinelerde duyabileceğimiz en iyi örneklerden birisi. Commodore 64'ün dört kanal ses özelliğini maksimumda değerlendirerek süper performanslı bir müzik sunan Warhawk, şüphesiz cihazın unutulmaz oyunları arasında yer alıyor. Oyunda kaybettiğinizde siyah ekran üzerinde, tam ortada küçücük "Game Over" yazdığında çıkan tek notalık melodi, insanın içini ürpertiyor ve gerçekten de kaybettiğinizi hissetmenizi sağlıyor. Hiç oynamadıysanız bir denemenizi tavsiye ederim. Oynamış olanlar da bu tanıtımdan sonra bir kez daha göz gezdireceklerdir diye düşünüyorum.

6 Ekim 2016 Perşembe

DRACONUS


İşte o devasa haritasıyla içinde tamamen kaybolmanıza sebep olacak oyunlardan birisi daha. Bazen kendime çok kızıyorum. Onca yıl Commodore 64 ile haşır neşir olduktan sonra hala bir satır program yazamıyor ve bir piksel grafik çizemiyor olmam üzücü. Zamanımızın tamamını oyun oynamaya vereceğimize arkadaşlarımla bir ekip kurup oyun yazmış olmayı çok isterdim. Hayatta hiç bir şey için geç değildir ama benimle beraber bu işleri baştan öğrenip bir projede yer almak isteyecek arkadaşlar bulmak kolay olmasa gerek. Güzel Sanatlar Fakültesinde geçirdiğim yıllarda aldığım eğitim ile destekleyeceğim hayal gücümden bir platform veya shoot em up oyunu üretimi içerisinde bulunmamış olmam bence kendi adıma büyük bir ayıp. Gelelim oyunumuza. Dediğim gibi dev haritası olan ve girilecek belki de yüze yakın odası olan bu oyunu çok fazla oynamışlığım yok ama özellikle Atari 800 xl sürümündeki müziklerinin çok çok iyi olduğunu söylemeliyim. Commodore 64 sürümünde de aynı melodileri duymamız mümkün ama Atari'de daha etkileyici yazılmış. Zaten bu iki makine uzun yıllar büyük bir rekabet içerisinde oldular ve kasetten turbo yükleme programını başarı ile uygulayan ve oyunların Atari'ye göre on kat daha hızlı yüklenmesini sağlayan Commodore mücadeleyi kazandı. Şimdilerde içinde sanal bellek olan ve oyunları anında yüklememize imkan veren yeni teknoloji kartuşlar var ama nereden bulacaksın böyle bir şeyi o zaman seksenli yıllarda? Lafı gelmişken, o çılgın kartuşları seksenli yıllarda piyasaya sürmüş olsalardı programcıların ve kullanıcıların aklını alırlardı herhalde. Böylelikle elimizde data setlerimiz olmak üzere tek, tek oyun çektirmek için bilgisayar mağazalarına gitmezdik ve piyasa çökerdi herhalde. 


Draconus müziği ile ön plana çıktığı gibi grafik tasarımları ve kolay oynanabilme özelliği ile de etkileyici bir oyun. Bir şekilde tasarımlar bana 2010 tarihli Predators filmini hatırlatıyor ve yönetmen Rodrigez'in Predatorler tarafından av öncesi yem olarak gönderilen koşucu ve köpekleri bu oyundan esinlemiş olduğuna dair bir tezim var. Öyle ise bunu benden başka fark eden olmuş mudur bilmiyorum. Ben olsaydım Commodore 64 oyunlarından bir çok esinlenmeye giderdim şüphesiz. Biz seksenli yılların çocukları bu oyunlarla büyüdük. Erik ve kiraz ağaçlarından oluşan bahçelerde kurduğumuz çadırların içinde bütün gün oturup yağmuru seyrettiğimizi hatırlıyorum. Peşinden 8 bit makinelerle bilgisayar çağı başlayınca dünyamız tamamen değişmişti. Hayal gücünü geliştirme imkanı sağlayan ve devasa bir dünya sunan bu makinelerin tek kusuru, gerçek olmayan bir hayat sunmasıydı. Bu yazıyı yazdığım 2016 yılında bizim çocuklarımız beton kentlerin içinde sıkışmış ve tamamen başlangıcını bizim gördüğümüz ve ürkütücü boyutlara gelmiş olan sanal dünyanın esiri oldular. 

PREDATORS FİLMİNE ESİN KAYNAĞI OLMUŞ OLABİLECEĞİNİ 
DÜŞÜNDÜĞÜM İKİ KARAKTER KARŞI KARŞIYA

Bu blogu açtığımda amacım yazım pratikleri yapmaktı. Bir de nasıl desem, şu eski Commodore dergisindeki tanıtım yazılar pek bir yavandı. Aradan otuz sene geçtikten sonra keyif için daha detaylı ve hayal gücü ile desteklenmiş tanıtım yazıları yazmak istedim. Beklemediğim bir şekilde sipariş de aldım. Draconus tanıtım yazısını sosyal platformda tanıştığım Gökhan Sönmez arkadaşımın ricası üzerine yazdığımı söylemeliyim. Draconus beni daha çok müzikleri ile etkilemişti. Oyunun kendisini de daha iyi incelemek ve kavramak adına videolarını izledim. Dediğim gibi devasa bir harita ve başarılı bir grafik tasarıma sahip oyunu bu gün bile oynamak keyifli ve heyecan verici. Seksenli yıllarda, çocuk olmak büyük bir ayrıcalıktı ve biz bunu yaşadık. Yazı biraz Draconus oyunu ile ilgili olduğu kadar, o dönemde yaşananları kapsadı ve bir şekilde de eğlenceli bulacağınızı ümit ediyorum. 

5 Ekim 2016 Çarşamba

IO


Doğrusunu söylemek gerekirse bu oyunu tasarlayan programcıların psikopat olduklarına inanıyorum zira bu bitirilmesi hatta tek bir bölüm bile geçilmesi imkansız bir oyun. Bununla beraber grafik tasarımcılarını da tebrik etmek isterim. Böylesine detaylı ve özenli çalışmalara her zaman rastlamıyoruz. Commodore 64 için yazılmış binlerce oyun var ve bunların arasında sadece yüzde kırklık bir kısmı üst kalitede olmalı. IO'da onlardan birisi. Bildiğiniz üzere IO, Jüpiter'in doğal uydularından biridir. 1610 yılında Galileo Galilei tarafından bulunan dört büyük uydudan yörüngesi en içte bulunandır. Oyunumuzun isminin de bu  uydudan geldiğini var sayıyoruz çünkü senaryoya göre çeşitli gezegenlerde hayat arayan koloni gemileri, bilinmeyen bir gezegene geliyorlar ve burada bir çok yabancı düşman ile karşılaşıyorlar. Bize de bu koloniye karşı oluşabilecek tehlikeleri bertaraf etmek üzere kurulmuş hava kuvvetlerindeki bir savaş uçağının pilotluğu görevi veriliyor. Joystickimizi kapıp ekran başına geçiyoruz ve heyecan başlıyor. 


Başlangıç ekranındaki grafik resimler ve animasyonlar şüphesiz çok heyecan verici ama oyun başladığında doğrudan üzerimize çullanan yabancı düşman uzay gemilerinden kurtulmak neredeyse imkansız. Bu yüzden daha başta morali bozuluyor insanın. İnanılmaz bir yoğunluk gerektiren bu oyunu kaç kişi tamamlamıştır merak ediyorum doğrusu. Ben şahsen hiç bir zaman ilk bölümün sonunu göremedim. Koloniyi gezegene yerleştirebilmek için önce oradaki yaşayan varlıklardan kurtulmanız gerekiyor. Bu tipik kolonileştirme taktiğidir. İnsanlar dünyada yaptıklarını başka gezegenlere de yapıyorlar. Ben bu yazıyı yazdığım 2016 yılında şimdilik böyle bilgisayar oyunlarında yapabiliyorlar ama yakın zamanda Mars'a yerleşecek bir grubun yola çıkacağı haberleri de kulağımıza çalınmıyor değil. Neyse efendim konumuza dönelim. IO gezegeni savunması pek bir güçlü. Öyle koloni gemilerini indirip doğrudan yerleşmek mümkün değil. Silahlı keşif gemimiz de oldukça donanımlı ama düşman pek yaman. Öyle ki gezegeni tümden yabancı varlıklardan arındırmak için tam dört bölüm aşmanız gerekiyor. Bunlardan en etkileyici olanı cangıl bölümü olmalı çünkü burada doğal yaşamın içerisinde olan bir çok varlığa karşı mücadele vermemiz gerekiyor. Grafik tasarımlar ve animasyonlar öylesine etkileyici ki, gerçekten bir savaşın içerisinde olduğunuzu hissediyorsunuz. 


Her bölümün sonunda o bölgeyi koruyan güçlerin başındaki en büyük savunma hattı ile karşılaşıyoruz. Elbette bu savunma hatları son kale olduğu için fantastik ve bilim kurgu hayalleri zorlayan bir takım akıl almaz makinelerden oluşuyor. Ağzından ve gözünden üzerimize mermiler yağdıran dev kuru kafa herhalde bunlardan en dramatik ve etkileyici olanı. Kendini savunan bir cangılın son aşamadaki en güçlü kartının böyle bir varlık olması da şaşılacak bir şey değil aslında. Öte yandan oyunu tasarlayanların hayal gücüne hayran kalmamak da elde değil. Bu türden son aşamalarda görev içerisinde zamanla savaş gemimize katılan silahlı koruyucu küre uyduların faydasını fazlasıyla görüyoruz. Her şeye rağmen oyunun her bölümünü aşıp koloninin gezegene iniş yapmak üzere hareketlendiği animasyonu görmek pek bir zor. Bu durumu fark eden bazı programcılar oyunu kırarak hile eklemeyi başarmışlar. Bir şekilde sonsuz silaha ve kalkana sahip olabiliyorsunuz. Bu durumda mücadelenin bir anlamı kalmıyor ve joysticke hiç dokunmasanız bile kendi kendine tüm mekanları aşıp sona ilerleyebiliyorsunuz. O zaman da bir tadı kalmıyor. Tek faydası normal şartlarda asla göremeyeceğiniz bölümleri izlemek oluyor. Başka bilgisayar modellerinde de benzer sürümleri olan IO için PC bilgisayarlarda da yeni bir sürüm yapıldı diye biliyorum. Bence her şekilde çok etkileyici bir oyun olduğu şüphe götürmez. 

22 Temmuz 2016 Cuma

RASTAN


Fantastik kurgu kategorisinde piyasaya sürülmüş en iyi oyunlardan birisi Rastan olmalı zira gerek grafikleri açısından gerekse oynanma kolaylığı açısından kusursuz tasarlanmış bir oyun. Dağlı taşlı arazilerden, zindanlar dolu şatolara bir çok farklı mekanda süren macerada karşımıza ne rakipler çıkmıyor ki? İlk bölümde açık arazide ilerleyen kahramanımızın karşısına kanatlı adamlardan tutun, büyü ile ayağa kaldırılmış iskelet savaşçılara kadar fantastik kurgu içerisinde olabilecek bir çok karakterle karşılaşıyorsunuz. İlk karşımıza çıkan rakipler, oyunun etkileyici başlangıç resminde de görülen timsah veya bukalemun adamlar olarak değerlendirebileceğimiz tuhaf varlıklar. Daha oyunun başı olmasına rağmen bu iblislerin fazlasıyla agresif ve güçlü olduklarını söylemekte fayda var. Adım, adım ilerleyerek sabırlı bir şekilde karşınıza çıkan her rakibi doğru zamanda kılıcınızı sallayarak bertaraf etmeniz gerekiyor. İlerledikçe mevcut kılıcınızın yerine yanınıza alabileceğiniz farklı silahlarla da karşılaşıyorsunuz. İlk bölümde karşımıza çıkan ilk silah, havada asılı duran ve yeni sahibini bekleyen bir topuz. Bu topuzu elde ettiğinizde rakiplerinize daha güçlü darbeler indirme şansı yakalıyorsunuz.


Oyunu tasarlayanlar, mekan geçişlerini çok iyi ayarlamışlar. Açık arazide başlayan oyunda, ikinci bölüme bir şatonun taşlardan örülmüş duvarları önündeki yine taşlarla inşa edilmiş köprüden geçiyorsunuz. İkinci bölüm başladığında, kendinizi artık kadim desenlerle bezenmiş kapıları olan, karanlık mekanların uzandığı bir şatonun içinde buluyorsunuz. Burada karşımıza insan rakipler çıkıyor. Viking miğferleri giymiş, balta taşıyan rakipler üzerimize çullanıyor. Bu bölüm ilk bölüme göre şüphesiz daha zor bir bölüm ve rakipler üzerimize daha seri bir şekilde gelmeye başlıyorlar. Şatonun bazı bölümlerinde, daha yuları mekanlara ulaşmak için iplerden tırmanmamız gerekebiliyor. Bu sırada da yarasa gibi beklenmedik düşmanların saldırısına uğrayabilirsiniz. Hatta siz ipten tırmanırken, üzerinize alev topları fırlatabilecek sürpriz düşmanlar da ortaya çıkabiliyor. Bu yüzden her an tetikte olmanız gerekiyor. Şatonun en üst katına geldiğinizde karşınıza uzun boylu bir düşman çıkıyor ki muhtemelen kendisi şatonun sahibi veya baş gardiyanı olmalı. Altın rengi parlak bir zırh giyen bu karaktere karşı dikkatli bir mücadele vermelisiniz. Adım, adım yapacağınız hamlelerle vur kaç taktiği uygulayıp kısa sürede devirebilirsiniz. Panik olma durumunda çok kolay yenilmeniz söz konusu. 


Bir sonraki bölümde ise kahramanımız kendini sıkı ağaçlarla bezenmiş karanlık bir ormanda buluyor. Vahşi doğanın her unsurunu barındıran ve yeşil ile siyah rengin birbirine gaddarca karıştığı bu ortamda, ilk bölümde karşımıza çıkan timsah ile bukalemun karışımı varlıklara ek olarak, dev yılanlar da devreye giriyor. Hiç düşünmeden üzerinize atılan ve zehirli dilleri sürekli olarak dışarıda olan bu gözü dönmüş zehirli yılanlara karşı çok seri hamlelerle kılıç savurmak gerekli. Orman sadece dev yılanlarla değil aynı zamanda dev arılarla da dolup taşıyor. Dalgalanan su üzerinde gidip gelen kütüklerin üzerinde nehirleri aşmaya çabaladığınız vakitlerde bu arılar aniden ortaya çıkıp kendileri gibi kocaman iğneleri ile sizi sokmaya çabalıyorlar. Orman kavramına uygun olması sebebi ile, oyuncunun kullanması için havada asılı olarak bırakılmış baltalarla da karşılaşıyoruz. Böyle bir ortamda şüphesiz bir balta kılıçtan daha etkili sonuç verebiliyor. Dediğim gibi tüm ayrıntıları incelikle düşünülmüş ve biraz dramatik biraz da egzotik melodilerle bezenmiş müzikleri ile Rastan, tüm fantastik kurgu meraklılarına göz kırpan nitelikte. Dönemin güçlü software firmalarından Imagine tarafından 1987 yılında piyasaya sürülen oyunun, aynı zamanda bir çok başka bilgisayar platformunda ve hatta coin up ismini verdiğimiz ve Türkiye'de Atari makinesi olarak bilinen cihazlarda da çeşitli sürümleri mevcut. 

21 Temmuz 2016 Perşembe

MEAN STREAK


Sanırım C64 platformunda en çok oynadığım oyun Mean Streak olsa gerek. Özellikle ilk bölümde yerlere saçılmış taşları, benzin depolarının yerlerini, zift varillerini tümden ezberlediğim bir dönem vardı. Buna rağmen uzun bir süre ikinci bölümden ötesine geçmeyi başaramadım. Zamanla daha çok yoğunlaşarak, nihayet üçüncü bölüme gelmeyi başardım. Oyunu tek kişi veya iki kişi oynayabiliyorsunuz. Motosiklet sürücüsü olarak bir arkadaşınızı yanınıza alırsanız, rakibiniz sadece yol üzerindeki engeller oluyor. İki kişilik oyunda bir birinle mücadele söz konusu değil. Aksine birbirini desteklemeli ve birbirinin yolunu açmalısın ki, beraber ilerleme ve puan toplama şansın olsun. Eğer oyunculardan biri, bir şekilde düşerse parkur tamamlanıyor. Kaderler bağlı olduğundan iş birliği şart. Tek kişilik oyunda ise, karşınıza yoldaki engellere ek olarak üzerinize simsiyah deri kıyafetler giymiş, siyah motosiklet kullanan ve iki kişilik gruplar halinde üzerinize gelen yol savaşçıları geliyor. Aslında tek kişilik mücadele daha eğlenceli diyebilirim zira bu sefer yolun kenarına sıkıştırabileceğiniz, motosikletinize monte edilmiş makineli tüfek ile indirebileceğiniz rakipleriniz oluyor. Bu vesile ile oyun daha heyecanlı bir hal alıyor. Ben en çok duvar köşesine sıkıştırarak yoldan çıkartma yöntemini seviyorum ama basitçe yanınızdan size dokunmadan geçmelerine izin verip, önünüze geldiğinde hedefiniz olmasını sağlayabilir, makineli tüfek ile vurabilirsiniz.


Bunun yanında daha fantastik yöntemlerle de rakiplerinizi saf dışı etme imkanı tanınmış. Mesela yoldan siyah zift dolu variller toplayıp bunları rakiplerinizin yoluna serperek kontrolü kaybederek saf dışı etme fırsatınız var. Motosiklet üzerindeki füze düzeneği asıl olarak önünüze çıkan duvarları yıkmak üzere kullanıma sunulmuş ama bunları kullanarak üzerinize gelen motosikletlileri havaya uçurma şansınız da var. Daha önce de bahsettiğim yol üzerinde bulunan çakıl taşları çok tehlikeli. Bunlar üzerinden geçerseniz zamanla lastiklerinizin kabak olmasına ve patlamasına sebep oluyor. Peşinden de motorunuz saf dışı kalıyor. Bu yüzden çok dikkatli ve seri hamlelerle aralarından geçmelisiniz. Lastiklerin kabak olma durumunu alttaki grafik ekranda takip etme şansınız da var. Ayrıca yakıt ayrı bir sorun teşkil edebiliyor. Yol üzerindeki yakıt depolarını kaçırmamaya özen göstermek gerekli.


Oyun gerçekten çok hareketli ve eğlenceli. Grafikler üst seviye tasarlanmış. En ufak bir hataya bile dikkat edilmiş ve kusursuz bir programlama ve grafik çalışmasıyla piyasaya sürülmüş. Bir ve iki kişilik oyun seçeneklerinde iki ayrı müzik çaldığını da eklemeliyim. Oyunun başlangıcında çıkan sunuş grafik resminde, motosikletinize adapte edilmiş makineli tüfek ve füze sistemleri detayıyla çizilmiş. Zaten açılışta böyle havalı bir resimle sunuş yapılması, oyuncuyu heyecanlandırmaya ve havaya sokmaya yetiyor. 1987 yılında Mirror Soft Ltd. tarafında piyasaya sürülen bu heyecanlı oyunu şimdilerde gerçek bir Commodore 64'de veya PC bilgisayarınızla uyumlu çalışan C64 emulator programlarında oynayabilirsiniz.